Sivas Şehir Portalı
Web Sitemize Hoş Geldiniz

Aşık Veysel

346

Aşık Veysel, 1894 yılında bir güz günü doğmuş. Çağının ve ne yazık günümüzün pek çok köy çocuğu gibi, köyünün yakınındaki bir merada anasının süt sağmaya gidişinde, yol üstünde. Doktorsuz, ebesiz. Yedi yaşında çiçek salgınında bir gözünü, köy koşullarının getirdiği kazalardan birinde de öbür gözünü yitirmiş. Dağların çiçek açtığı, dünyanın bir mevsimden ötekine geçtiği bir Newroz günü, 1973 yılında uzun ince yolu tükenmiş.

Aşık Veysel, halk şiirimizin son önemli halkasıdır. Onun bu özelliği dönemin halk kültürüne önem verişiyle, ayrı bir biçimde değerlendirilebilmiştir. Halkevlerinin, Köy Enstitüleri’nin varlığının yaygınlaştırdığı, çağın olaylarıyla tanıştırdığı bir halk ozanıyla karşı karşıya olduğumuzu unutmamak, bu önemli halk ozanımızı anarken, toplumumuzun gizli değerlerini günümüz koşullarında Unkapanı piyasasından koruyacak, eğitimin bir parçası yapacak bir koruyucu resmi görüşten uzak oluşumuzun değerlendirmesini de yapmak zorundayız.

Aşık Veysel için çalışırken, mutlu bir raslantı beni Sevgili Asım Bezirci’nin Aşık Veysel için aldığı notlarla karşılaştırdı. Asım Bezirci onun şiirlerinin temalarına göre bir dökümünü yapmış. Bu döküme göre Aşık Veysel’in şiirlerinde bilim, bilgi, okul, öğretmen, çalışma, uygarlık, doğruluk, insancılık ve doğa sevgisi ağır basıyor. Yurdunu, yurduna yararlı olanları övüyor. Tanrı sevgisi ve dindarlığı şeriatçılıktan ayırıyor.

Gözleri hep açık!

Veysel’i geleneksel halk ozanlarına hem bağlayan hem onlardan ayrı kılan özelliği ise alaysılığı. Bedensel engelini bir yakınma konusu olarak kullanmaktan çok, dünyanın durumunu anlamamakta direnenler için bir eleştiri ögesi yapıyor: ‘Yeter gayri yumma gözün kör gibi’.

Kimine yayla köy veren, kimini kuru soğana muhtaç eden halkın inanışına göre ‘kambur felek’tir. Sır gibi saklanan bu gücü, düzenin değişip değişmeyeceğini görmek için gözünü yummamak gerekmektedir. Veysel’in bir başka şiirindeki bakmak, görmek ders almakla ilgili dizeleri benim bu yorumumu güçlendirecek niteliktedir: ‘Gören göze ibret vardır her şeyde/ Seyret gökyüzünde yarışanlara.’

Veysel’in yurt ve dünya düzeninden söz ederken durumu bir kader saymadığı, iki dizesini alıntıladığım şiirinde açıkça dile gelir. O bu şiirde her şeyi tanrıdan bekleyenleri, geçmişi konuşup geçmişle uğraşanları, dünya düzenine, ‘dünya geçicidir’ diye aldırmayanları eleştirir. ‘İleriyi gören geriye bakmaz/ İnsanlık yolundan taşraya çıkmaz/ Allah cömert ama ekmek bırakmaz/ Oturup geçmişi konuşanlara// Maziye karışmış yıllar da ay da/ Onu tekrar etmek sağlamaz fayda/ Gören göze ibret vardır her şeyde/ Seyret gök yüzünde yarışanlara/ Veysel der kafanı nafile yorma/ Dünya fani diye çöküp oturma/ Adım at ileri avara durma/ Yoldaş ol refaha kavuşanlara.’

Aşık Veysel’in Tanrı ya da Yaradan anlayışı, bu gücü dünyadaki her güzellikte gören tasavvuf anlayışıyla örtüşür. Onun için Tanrı yarattığı insanla birlikte olan, ama gizlerini de aratan bir güçtür. Her insan onu kendi anlayışı gibi kavrar. Kimisi için oruç ve namazdadır. Veysel içinse ‘cilveli, nazlı, peşi bırakılmaz’ bir sevgilidir. Güzelliğine gelince, ‘aşk olmasa on para etmez.’ Sevenleri olmasa, ‘eğlenecek yer bulamaz’. Bu insanın yanı başında, gönlünde olan Tanrı’yı kavramak için gerekli anlayış, yine Veysel’in görme engeline yaptığı alaysı gönderme ile anlatılır: ‘Görenlere açık, körlere gizli.’

GÖRMEK, KAVRAMAKTIR!

Aşık Veysel, görme fiilini kavramak anlamında kullanır. Bir gerçeği kavramaksa elbette yalnızca göz oranıyla olamaz. Buna düşünce gücü gerekir. Düşünce gücünü kimi zaman evrenin en yüce gözüyle birleştirir:

‘Bu alemi gören sensin/ Yok gözünde perde senin’. Kimi zaman kendi yaşama aşkını, dünyayı kavrayışını bu gücün olağanüstülüğüyle açıklar: ‘Saklarım gözümde güzelliğini/ Her neye bakarsam sen varsan orada’. Veysel’in ‘görmek’ fiilini, kavramak, düşünmek olarak yorumlamak şiirine ayrı bir derinlik getirecektir.

Onun dünya, düşünce, yaradan ve duyular üstüne bir şiirini örneklemek istiyorum:

Dalgın dalgın seyreyledim alemi

Renkler ne çiçekler ne koku ne

Bir arama yaptım kendi kafamı

Görünen ne gösteren ne görgü ne

Çeşitli irenkler türlü görüşler

Hayal midir rüya mıdır bu işler

Tatlı muhabbetler güzel sevişler

Güzellik ne sevda nedir sevgi ne

Göz ile görülmez duyulan sesler

Nerden uyanıyor bizdeki hisler

Şekilsiz gölgesiz canlar nefesler

Duyulan ne duyuran ne duygu ne

Kimse bilmez dünya nasıl kurulmuş

Her cisime birer zerre verilmiş

Cümle varlık bir kuvvetten var olmuş

Gelen ne giden ne yol ne yolcu ne

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet

Her nesnede vardır bir türlü ibret

Veysel’i söyletir bir büyük kuvvet

Söyleyen ne söyleten ne tanrı ne?

Veysel’in görme engelinden yakınması, bir gönül şiirinde dile gelir. Dünyayı, dünya düzenini kavramak ne yazık sevdiğine kavuşmaya yetmemekte ya da kadınının kendisini bırakmasını engellememektedir. Veysel ilk evliliğinde yaşadığı aldatılıp bırakılmanın acısını, belki bunda durumunun payını düşünerek yine de ince ve acı bir alayla dile getirir. Sevdiğine sözle sazla ulaşabilecektir. Onlar yoluyla etkileyebilecektir. Son dizelerinde iç çekişi duyulur: ‘Kuş olsan da kurtulmazdın elimden/ Eğer görse idim göz ile seni.’ Ancak Veysel’in bu iç çekişi bir başka şiirinde alaycı bir nitelik kazanıverecektir: ‘Bir kız ile karşılaştım/ Göz aldatan bir sinama/ Gözlerine baktım geçtim bende oldum bir sinama/…/Bir an evvel geçen halım/ Gözümden kaçtı maralım/ Felek çeviriyor filim/ İşte büyük bir sinama.’

EŞİTSİZLİKLER VE AŞIK VEYSEL

Asım Bezirci’nin Aşık Veysel için yaptığı notlamada, şu saptama da yer alır: ‘Sınıfsal bir bakış yok/ Toplumsal düzenden şikâyet yok’. Bezirci genel olarak bu yargısında haklıdır. Veysel, hem toplumsal konumu, hem de yaşadığı yöre bakımından sınıfsal bakış edinmemiştir. Ancak insanlar arasındaki eşitsizliğin ve bu eşitsizliğin insanların işlerinden doğuşunun da farkındadır. Bu ayrımı, hümanist bir bakış açısıyla yorumlar. ‘Beni hor görme kardeşim/ Sen altınsın ben tunç muyum/ Aynı vardan var olmuşuz/ Sen gümüşsün ben sac mıyım’ dizeleriyle başlayan şiirinde insanların doğuştan eşitliğini savunur. Çarıkla mesi tartıştırdığı bir şiirinde ise aynı işi yapan insanların farklı yaşam koşullarını, farklı değerlendirilişlerini eleştirir; ikisi de ayağa giyilen mesle çarığın neden biri sıcak odada, köşededir de yeri, öteki hep çamur içinde üşüyerek dışarda kalır? Çarığın ‘Sen de deri, ben de deri’ diye eşitlik istemesi, mesin ‘Ben tezgâhlardan geçtim, haklarım var’ itirazıyla karşılanır. Bir bakıma eğitim görenin daha kolay bir yaşamı benimsemesinin bakış açısıyla konuşur mes. Yazgı, işlevin önemi gibi nedenler gösterip kendi yaşamını savunurken, çamurda kirlenen çarığı yüzün gözün kirli, git ahırda ısın diye küçümser. Çarığın son sözleri, kırsal kesimin çığlığı gibidir: ‘Sen gezersin halılarda/ Güzel güzel balolarda/ Ben gezerim çalılarda/ Sen içerde ben dışarda’ Veysel’in şiiri bitirişi insan eşitliği üstünedir: ‘Mes çarıktır, çarık mestir- Yürürlerse aynı sestir/ Veysel söyler bir nefestir / Kâh içerde kâh dışarda’.

Onun şiirsel değerleri, örneğin ‘yol estikçe dalgalanır dalları/ Türlü türlü seda verir ağaçlar’ dizelerindeki doğayı sesleriyle anlatma becerisi, yaprak sesini kuş diline benzettiği dizelerle karşılaştırılarak, irdelenmesi gerekir.

Sözü Veysel Usta ile bağlayalım: ‘Veysel der alana mücevher sattım/ Bilen alır bilmeyene güç olur.’

Yorumlar kapalı, ancak trackbacks Ve pingback'ler açık.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku